1071 Malazgirt Savaşı'na Kadar Bizans'ın Askeri ve Siyasi Durumu

1071 MALAZGİRT SAVAŞI'NA KADAR BİZANS'IN ASKERİ VE SİYASİ DURUMU

Roma imparatorluğu, bütün Doğu Akdeniz ülkelerine ve Anadolu'nun Iran hakimiyet bölgesi dışında kalan, büyük kısmına sahipti. Ancak Hunların batıya yürüyüşü ile ortaya çıkan Kavimler Göçü neticesinde, devlet bütünlüğünü yitirmiş ve ikiye ayrılan devletin batı kısmı, barbar germen kavimlerinin korkunç darbeleri altında yıkılıp gitmişti. Doğu kısmı ise, Roma'nın unutulmaz geleneği olan cihanşümul devlet olmak idesini, her ne kadar 1453'de Fatih'in orduları önünde tarih sayfalarına intikal edinceye dek temsil etmeye çalışmış ise de, bu Romalı olmak hususiyetini ancak 15.yüzyılın başlarına kadar koruyabilmişti. Son devir Bizans tarihçilerinden Georg Ostrogorsky'nin, "Roma devlet geleneğinin Grek kültürü ve Hıristiyanlık inancı ile teşkil ettiği sentez"den ibaret saydığı Doğu Roma imparatorluğu, elinde kalmış olan Adriyatik'in doğusundaki devlet toprakları yanında Anadolu, Suriye ve Mısır'ın özelliklerini büyük bir hızla benimsemek suretiyle bütün yapısını kökten değiştirmiş ve bir doğu devleti halini almıştır. Öte yandan Doğu Roma imparatorluğunun bu bünye değişikliğinde etkisi olabilecek Avrupa'daki arazisi, yani Balkanlar, Kavimler Göçü'nün buralara kadar uzattığı barbar lslav dalgaları ile etnik çehresini daha 4.yüzyıldan beri değiştirmişti. Böylece lslav kabileleri ile Avarların Balkan yarımadasına yerleşmeleri, Doğu Roma devletinin batı ile bağlantısını tamamiyle denilebilecek bir ölçüde kesmiş bulunuyordu.

7. yüzyıl başıncia, daha sonraki asırlarda son büyük Roma imparatoru olarak hatırlanan Herakleios (610-641), Istanbul'da iktidarı eline aldığı sırada imparatorluğun bir zamanki bütünü ile ihyası için sarfedilen son büyük gayret, yani lustinianus'un restorasyon hareketi, çoktan geride kalmış bulunuyordu. Ancak devlet, kendisine hiçbir fayda sağlamamış olan bu çabanın hala yorgunluğu içinde idi. Bu uğurda doğunun imkanları, kudret kaynakları insafsız ve hesapsızca harcanmış, tüketilmişti. Roma lejyonlarının kılıç şakırtılarının Britanya adalarından Fizan çöllerine, Septe boğazından Fırat kıyılarına kadar aksettiği, medenf dünya hazinelerinin oluk oluk devlet kasasına aktığı devirler artık hayallerde yaşıyordu. Herakleios, Roma tarihinin en güç ve ka­ ranlık devresinde görev başına gelmişti: Avarlar, önlerinde ve yanlarında sürdükleri yeni lslav kabileleri ile Balkanları hemen bütünüyle devletten koparmışlar, bir taraftan Selanik'i, öte yandan da doğrudan doğruya başşehir lstanbul'u tehdit etmeye başlamışlardı. Çözülme ve dejenerasyon sancıları içinde pek yakında yıkılacak olan Iran, gücünün çok üstünde bir şahlanış ile imparatorluğun ana eyaletlerini istila et­ mekte idi. Herakleios'un ilk saltanat yıllarında Sasanİ orduları Anadolu'yu baştan başa katederek Boğaziçi kıyısına kadar sokulmuşlar ve hatta lstanbul'u düşürmek için Avarlarla ittifak etmişlerdi.

Bu büyük ümitsizlik devresi içinde Roma lmparatorluğu'nda hiç de beklenilmeyen, beklenilmediği için de hemen bütün tarih yazarlarınca bir mucize addedilen rejenerasyon, yani kendi kendini yenileme olu­ şumu ortaya çıktı. İlk adımlan Herakleios devrinde atılmış olduğu için bütünüyle ona izafe edilen, maruf tabiriyle Herakleios reformlan, tarihi akışın yönünü geri çevirmek kudret ve başarısını gösterdi. Bu reformlann en önemlisi, hiç şüphesiz, o sıralarda devletin elinden henüz çıkmamış olan Anadolu topraklarında Thema'lar Sistemi'nin uygulan­ maya başlanmasıdır. Anadolu topraklan, Anatolikon, Armeniakon, Opsikion kara ve Kibyrraioton deniz askeri bölgeleri, yani thema'lar halinde organize edildiler. Aslında thema, askeri birlik veya ordu demektir. Fakat burada askeri birliklerin yerleştirildiği iskan sahasına verilen isim olmuştur.

Bu suretle, Istanbul'un yeni kurucusu ve bazılarına göre de Bizans devletinin ilk müessisi olan Büyük Konstantinos devrinin idare nizamı, yani Roma idare nizamı, kesin olarak sona ermekteydi. Bu dört thema düzeni içinde, bir thema'nın arazisinde birkaçı birden yer alan eski si­ vil eyaletler daha bir süre için varlıklannı muhafaza ettiler; fakat bunların prokonsülleri, thema'ların askeri ve sivil idaresini ellerinde tutan· strategos'lar, yani ordu kumandanları yanında nüfuz bakımından önemlerini kaybetmişlerdi. Sistem aslında Roma'nın limes, yani sınır bölgelerinde tatbik edilen, askerlerin toprağa bağlanması usulü ve yine Roma'nın 6. yüzyıl içinde sınır bölgeleri olarak kabul olunan Ravenna ve Kartaca ekzarkh'lıklarının temsil ettiği düzen ile uygunluk arzetmektedir7. Ancak üzerinde bilimsel tartışmaların henüz sona ermediği bu pek önemli konuda, Herakleios devrinde kurulan thema'ların, Sasani İran'ın buna benzer müesseselerini ve hatta Turanı gelenekleri örnek edindikleri görüşü, özellikle son yıllarda kuvvet kazanmaktadır.

Son zamanlarda sübjektif düşüncelerle ve sırf doğuyu, özellikle Türk devlet ve toplumunu küçümsemek gayesiyle bir çok batı bilgininin, lslam dünyasındaki ikta ve Türklerdeki dirlik sistemlerini Bizans müesseselerine bağlamak temayülü göz önüne alınacak olursa, 7.yüzyıl başında kurulmuş olan önemli bir müessesenin turanı menşelere dayanabileceği iddialarını önemsememek mümkün değildir. Eski Türk kültürünün buna benzer müesseselerinin etraflıca incelenmesi, bu bakımdan bizim için pek önemli bir vazife olsa gerektir.

Thema'lar idaresinin en önemli özelliği, mevcut askeri birliklerin, Anadolu'nun belirli bölgelerine iskan edilerek, bu birliklerin mensuplarına arazi tahsis edilmesidir. Burada belirtilmesi gereken en önemli nokta, thema'lann, idarf bölgeden ziyade askerlerin iskan bölgesi oluşlandır. Bu arazi, babadan oğula intikal eden, askeri mükellefiyetler karşılığında tevarüs edilebiliyordu. Böylece askerlere tahsis edilen arazi, kuvvetli bir yerli ordunun teşekkülüne temel oldu. Ayrıca devlet, hiç­ bir zaman emniyet telkin etmeyen ve sayı bakımından da yeterli bir çoğunluk sağlamayan ücretli asker aramak külfetinden kurtulmuş oluyordu. Kaynaklarda açıkça belirtilmemesine rağmen, devletin köylü yerli ahalisinin de askeri arazi ile teçhiz edilmek suretiyle, askerlikle mükellef kılındığı kabul olunabilir.

Anadolu'nun yerli ahalisi, daha önceki devrelerde olduğu gibi, Roma hakimiyeti zamanında da çok heterojen, karışık idi. Yer yer Ege kıyıları hariç tutulacak olursa, Anadolu'da bir yerli Grek unsurunun varlığından bahis olunamaz. Burada, uzun asırların birbiri yanında ve bir biri üstünde yığmış oldugu, kısmen Akdeniz dünya sının uzak bölgelerine göç etmiş olan kavimlerin kalıntıları, Roma hakimiyeti altında ya­ şamaktaydılar. Bunlar, kendi geleneklerine uygun, zamanla birbirine yaklaşmış, fakat esasında birbirinden farklı yaşantılarını sürdürmekte idiler. Hunların önünden kaçarak veya onlarla birlikte Roma dünyasına gelen Germenler, Vizigotlar, Ostrogotlar, lslavlar ve Hun kavimler topluluguna baglı Türk asıllı kabileler, barış veya savaş yolu ile, kısmen imparatorluk bünyesine girmekte idiler. Bunların büyükçe bir kısmı devlet tarafından Trakya ve Anadolu'ya yerleştirilmekte ve Roma ordusunda bunların savaşçılık gücünden faydalanılmakta idi. Böylece 4.yüzyıldan itibaren Anadolu'nun yerli ahalisi içine Got, lslav ve Türk unsurları da karışmış bulunuyordu.

Roma'nın fiilen Bizans'a dönüştügü Herakleios devrinde ise, ülke etnik bakımdan daha da renkli bir yapı kazanmaya başladı. Çünkü thema'lar bölgesine iskan edilen orduların önemli bir kısmını, imparatorluğun diger kavimlerle meskun bölgelerinden veya Hazar Türklerine tabi olan Kafkasya'dan derlenen, yabancılar teşkil etmekte idi. Bunlar Herakleios reformları sayesinde Anadolu'da toprak sahibi olarak zamanla yerli ahaliye karıştılar.

Herakleios bu organizasyon ile İranlıları yendi. Onları Anadolu topraklarından sürüp çıkardı; ama ancak o kadar. Organizasyon bütün cephelerde devleti tam olarak restore edebilmek için henüz pek yeni idi. İranlıların zaptetmiş oldukları Suriye, Filistin ve Mısır'ın yeniden kazanılması, Herakleios ordularının gücünden ziyade lran 'ın içine düştügü büyük buhranla ilgilidir. Bizans kuvvetleri her ne kadar bu bölgelere girdiler ise de, sendeliyorlardı, güçleri tükenmişti. Bu durumu, gayet açık olarak, hemen bu sıralarda başlamış olan lslam fütuhatının neticeleri göstermektedir. Büyük bir hamle gücü ile dünyayı fethe girişen Araplar, lran'ı kolayca ve uzun bir süre kalkınamayacak şekilde yıktılar . Daha ancak birkaç yıl önce yeniden Bizans lmparatorluğu'na katılmış olan Filistin ve Mısır, inanılmaz bir kolaylıkla Müslümanların eline geçti. Herakleios 'un Suriye'yi kurtarmak çabaları da bir netice vermedi. Son büyükçe Bizans orduları Suriye topraklarında Müslümanlara  karşı  bozguna  uğramaktan  kurtulamadılar ama Anadolu Müslüman taarruzları karşısında başka bir takım sebeplerin de katılması ile arap fütuhatı bir duraklama devresine girince thema'lar organizasyonu, Herakleios'dan sonra gelen Bizans imparatorları tarafından rahatlıkla geliştirildi. Bu organizasyonu geliştirmeyi  kolaylaştıracak bir husus da, hiç şüphesiz, 7.yüzyıl başlarına kadar devlet içinde önemli rol oynamış görünen büyük arazi sahiplerinin, ülkenin her taraftan saldırıya uğraması sebebiyle harap olan büyük mülklerini terk etmiş olmalarıdır. Devlet bu sayede  boş kalmış  olan araziye  hem  hür bir köylü tabakasını, hem de thema' ların stratiotes denilen askerf mensuplarını, küçük arazi sahibi olarak yerleştirmek  imkanını  bulmuştur. Bu sistem oturdu ve ilk Emevf halifesi Muaviye devrinde girişilen ve Bizans'ın tümüyle ortadan kaldırılması için  Arap  devletinin  bütün gücünü savaş meydanına attığı kesin mücadele devresinde, Bizans 'ın yeni baştan başarıya ulaşmasını sağlayan en önemli faktörlerden biri oldu. Istanbul'u ve imparatorluğu, başşehrin kuvvetli surları ve rum ateşi kadar,  Anadolu'nun   iyi  yetiştirilmiş,  toprağına   bağlı thema  kuvvetleri

 

Kurtarmıştı. Thema'lar sisteminin devlet yapısında gittikçe artan önemini belgeleyen bir husus da, Köylüler Kanunu'nun bu devirde çıkarılmış olmasıdır. Nomos georgikos denilen Köylüler Kanunu hür köylü ve stratiotes'lerin mülkiyet haklarını garanti altına almakta idi.

Herakleios hanedanının son temsilcisi II.Iustinianos'un, özellikle Balkanlar'da geniş tehcir faaliyetinde bulunarak Anadolu'ya büyük çapta yabancı unsur yerleştirdiği bilinmektedir. Bunların çoğunluğunu, lslavlar yanında Avarlar ile Protobulgarlar'ın teşkil etmesi gerekir. Bu devir için yegane Bizans kaynağı olan Theophanes, 11.lustini ­ anos devrinde, yani 7.asrın sonu ile 8.yüzyılın başlarında, Bithynia bölgesine iskan edilen ve Bizans ordusuna 30.000 kişilik bir kuvvetle katkıda bulunabilen büyük Balkanlı gruplardan bahsetmektedir. Bizans tarih yazarları Vasiliev ve daha sonra bilhassa Ostrogorsky, eserlerinde, thema 'lar sistemine her temaslarında, bu bölgelere büyük bir çoğunlukla lslavların yerleştirilmiş olduğunu iddia ederler. Bilimsel hüviyetleri söz götürmeyen bu ünlü tarihçilerin, her hadiseyi mümkün olduğu nisbette ve hatta kaynakları zorlayarak islav gözlüğü ile müşahedeye çalıştıkları çok açıktır. Theophanes'in Balkanlar için kullandığı Sklavinia tesmiye şeklinden, buradaki bütün halkın lslavlardan ibaret olduğu anlamını çıkarmak, kanaatimizce, olay ve ifadeleri belli bir kalıp içine zorlamaktan başka bir şey değildir; çünkü eski kaynakların, kabile ve hatta millet isimlerini titizlikle birbirinden ayırmadıkları bir vakıadır. Özellikle Bizans kaynaklarında Iskit, İslav, Türk, Pers adlan daima dikkatsizce kullanılmıştır. Hatta Selçuklu türklerine bile, Anadolu'nun pek büyük bir kısmını fethettikleri, yani kendilerince çok yakından tanınmaları gerektiği halde, Anna Komnene tarafından persler denmekte tereddüd gösterilmemiştir. Bu sebeple, görüşümüze göre, Anadolu'ya muhtelif Bizans imparatorları devrinde yerleştirilen grupların milli karakter ve bünyeleri ayrıca ve dikkatle incelenmediği sürece, bunlara İslav, Türk veya başka genel adlar vermek hatalı olur.

Anadolu topraklarının bütünlüğü bu şekilde 8.yüzyıl boyunca, ekseriya mağlup olarak, fakat yine de hemen hiç bir önemli arazi kaybına uğranmadan korunabildi. Ikonoklasmus Tasvir Kırıcılık cereyanının devlet bünyesinde açtığı yaralar gerçekten ve kesin olarak kapanıncaya, yani 9. yüzyıl ortalarına kadar Anadolu thema'ları, askeri kudreti temsil etmeye devam ettiler. Thema'lar, bir taraftan şiddetini zaman zaman artırmakla beraber, hiç arası kesilmeden devam eden lslam akınlarına karşı koydular; diğer taraftan da Bizans devletine imparator ve hanedan fideliği vazifesi gördüler: Herakleios hanedanının düşmesinden sonra Bizans'a hakim olan imparatorlar, çoğunlukla thema'ların kumandanları, yani strategos'ları arasından çıkmış ve bunlardan ikisi lsauria'lı Leo ve Amorion'lu Mikhail birer hanedan kurmuşlardı. Ancak kuvvetli thema strategos'larının, hükümdarların şahsı bakımından arzettikleri tehlike, bizzat aynı yoldan İstanbul tahtına ulaşmış olan imparatorlar tarafından yeterince farkedildiğinden, bu devre içinde thema'lann küçültülmesi cihetine gidildi. Böylece bunların sayısı artmış oldu.